Kadir Has Üniversitesi’nin Sayın Mütevelli Heyet Üyeleri ve Sayın Rektörü’ne Üniversitemizle İlgili Tespit ve Önerilerim
İstanbul, 23 Mayıs 2006
Değerli Mesai Arkadaşlarım,
Bilirsiniz, “Geleceği satın alabilecek tek şey, bugündür.” demişler. Ben de, geleceğimizi en iyi şekilde değerlendirebilmemiz için, o sonsuz tarih dilimini bugünden Üniversitemiz adına satın alıyor, böyle bir teşebbüsümün nedenlerini de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dün geçti, ama yarın henüz gelmedi. İşte o “yarın”, sizler için paha biçilemez bir değer… O değeri, çok iyi bir şekilde algılamanız ve korumanız gerekiyor. “Peki o değeri, ne ile koruyacağız?” derseniz, “Aklınız ve çalışmanızla…” cevabını vermek istiyorum. Çünkü bunlar, o değeri korumanın tek yolu…
Şimdi sizlere öncelikle, bir bakıma yakın tarihteki yaşam öykümü de oluşturan, bugün kutsal çatısı altında görev yaptığımız Kadir Has Üniversitesi’nin 14 yılda geçirdiği evreleri anlatmak istiyorum:
Okuması yazması olmayan, dünya ile iletişimini “Kâtip Efendi” diye hitap ettiği yönetici sekreteri ile sürdüren, kasap çıraklığından Türkiye’nin ilk sanayicileri arasına kadar yükselen, ülkemizin kalkınma sancıları çektiği bir dönemde, özel teşebbüsün belli başlı aktörleri arasında yer alan bir babanın, merhum Nuri Has’ın oğluyum.
Babam, kelimenin tam anlamıyla “hayat üniversitesi” mezunu idi. Onun rahle-i tedrisinden geçtim. Bir başka ifade ile, yaşamımda, babamı “örnek kişi” aldım. Bugün, 85 yaşındayım. Hayat albümümün dolu sayfalarına baktıkça görüyorum ki, bu kararımda isabet etmişim.
Rahmetli babamın okuması yazması yoktu ama, kendisi “cahil” değildi. Çünkü babam, “Bir okul yaptırmak, bin kişiyi hapishaneye düşmekten kurtarır.” sözüyle, ne kadar ileri görüşlü bir kişi olduğunu belgelendiriyordu.
Kayseri’liyim. Ben de, ancak lise öğrenimini tamamlayabildim. Doğduğum memleketin genlerinden midir bilmem, ticareti okumaya tercih ettim. Bu uğurda başarılı da olduğumu düşünüyorum. Ama… Bir büyük eksiğim vardı: Eğitim ve kültür… Onu, aşabildiğim kadar aşmalıydım. Kendi kendimi yetiştirmeye çalıştım. Model aldığım babamın yolunda adım adım ilerlemeye başladım.
Yol uzundu; ancak, “Ağır ağır ve sürekli yürüyen için uzun yol yoktur.” deniliyordu. Gerçekten öyle oldu. Uzun yolu, kazandığım deneyimlerle kısaltmaya çalıştım. Deneyimin önemini kavramıştım. Çünkü, oduncuya dahi, güçten önce deneyim gerektiğini öğrenmiştim.
Gençliğimde, boş yere harcanacak zamanımın olmadığı bilincine vardım. Eğer o bilinci kazanmasaydım, israf edilecek zamanın ağır bedelini yaşlılığımda ödeyecektim. Çalışma ve başarabilmenin, kazançtan çok daha güzel olduğunu yaşayarak gördüm. Zaten o tempo, kazancı da beraberinde getirdi. Başarılı oldukça, hayatın şifrelerini çözmeye başladım. Bunu çözdükçe, huzura kavuştum.
HAYIRSEVERLİK SAYESİNDE, İÇ HUZURUNA KAVUŞTUM
İnsanların hayattan zevk alması için, mutlaka bir hedefinin olması gerekir. Ben o hedefi, 20 yıl önce yakaladım. Amaç belli idi; hedef belli idi: Hayırseverlik…
“Hayırseverlik” denilen toplumsal özveriyi eşim Rezan Has’la birlikte sahiplendik. Bu özveri, büyük fedakârlık istiyordu; onu, seve seve yapacaktık. İşte bu duygular içerisinde, yolumuza koyulduk.
Önce, İstanbul’un Küçükyalı semtinde okullar yaptık. Bu kalıcı hayır işlerini, yeni okullar ve hastaneler izledi. İş bununla bitmedi; hedef büyüttük, Kayseri Erciyes Üniversitesi’yle İstanbul Marmara Üniversitesi’ne yeni tesisler yaptırıp, armağan ettik.
1990’lı yıllara geldiğimizde, hayırseverlik uğruna verdiğimiz hizmetlerden dolayı, büyük bir iç huzuruna kavuşmuştuk. İşte bu duygular, eşimi ve beni sürekli kamçılamaya başladı. Dönemin Başbakanı güzide dostum Sayın Süleyman Demirel, duygu dolu olduğumuz o günlerde aynen şunları söylüyordu:
“Kadir Bey, bunca yıldan beri ilköğretim okulları ve liseler yaptırıyorsunuz. Onunla da yetinmeyip, sağlık ve sosyal yardım alanında da hayır işlerinde bulunuyorsunuz. Bu hayırlı işlerinizin artık taçlandırılması zamanı geldi. Onu ancak, bir üniversite kurarak taçlandırabilirsiniz.”
Sayın Demirel’in bu büyük teşvikkâr sözleri üzerine kolları sıvayıp, 1992 yılında “Kadir Has Üniversitesi”nin kuruluş hazırlıklarını başlattık. Kısa bir süre sonra, Sayın Demirel’in hayâlime yerleştirdiği üniversitenin kuruluş kararı, TBMM’de yasalaştı. Ancak… Dikenli yollar, bundan sonra başladı.
Şahsî servetimin büyük bir kısmını, heyecanla kuruluşuna başladığım üniversite için harcayacaktım. İstanbul’un Anadolu Yakası’nda, bugünkü TEM Otoyolu üzerinde, Batı standartlarında üniversite kampüsü kurmaya elverişli bir arazi bulduk. Bu arazinin, bedeli mukabilinde üniversitemize tahsisi için devlete başvurduk.
Heyecanlı, bir o kadar da sabırsızdık. Ama ne çare ki, devlet çarkı, talebimize olumlu cevap vermiyor, “bürokrasi” denilen o korkunç çark, önümüzde adeta Himalaya Dağı gibi duruyordu. Oysa biz, çok hayırlı bir teşebbüs için yola koyulmuştuk. Yapacağımız iş, bir kamu hizmeti idi. 50 yıl çalışmış, Allah’a şükürler olsun, güzel para kazanmıştım. İşte bu tasarrufumla, hayır işleri yapıyordum. Hem de tek başıma…
Halbuki, benimle aynı kulvarda yarışmaya çalışan pek çok hayırsever, hayır işleri için kullandıkları kaynakları, sahibi oldukları şirket kasasından sağlıyorlardı. Ben, o meselenin peşinde değildim. Devletimden, bedeli mukabili arsa tahsisi bekliyordum. Boşuna bekledim… Çünkü devlet, talep ettiğim arsayı vermiyordu. Ama ne yazık ki aynı devlet, aynı arsayı bir müddet sonra kuruluş halindeki bir başka üniversiteye tahsis edecekti. Bu hazin manzara karşısında, sadece “Yazıklar olsun!..” demekle yetindim.
Tahammülün bir sınırı vardır. Geçen zaman içerisinde, o sınırı zorlamaya başladım ve nihayet üniversite kurma işinden vazgeçtim. Dolayısıyla, o büyük hayâlimi ve idealimi de anılar dağarcığına gömdüm.
Hayata, eğlenmek için değil, öğrenmek için geldiğimize inanıyorum. İşte Kadir Has Üniversitesi’nin ilk kuruluş aşamasında, çok şey bildiğimi zannediyordum ama, yaşadığım olaylardan sonra, daha çok öğrenmem gerektiği kanaatine vardım.
Yolumuzu devamlı değiştirmekle, hedefimize ulaşmanın güçleşeceğini biliyordum. Fakat, yapabileceğim fazla bir şey yoktu. Aslında vardı ama, o bana göre değildi; yani, devletle karşı karşıya gelmek…
ÜNİVERSİTE KURMA YILGINLIĞIM, ÇANKAYA’DAN VETO YEDİ
Doğanın ilk kanunu, düzendir. Sosyal düzeni ise, kanunlar sağlar. Kanunun bittiği yerde, zulüm ve baskı başlar. Üniversitemizin kuruluş aşamasında arazi talebimize verilen olumsuz cevap, bürokratlarca kanunun kılıfına uydurulmuştu. Ama, bize karşı uygulanan çifte standart, devekuşunun başını kuma sokması gibi sırıtıyordu. Nitekim, o arazinin bir başka üniversiteye tahsisi ile, kanun devletinde, yeri gelince kanunsuzluğun ne kadar fütursuz bir şekilde sergilenebileceği apaçık görülüyordu.
Geçen zaman içerisinde, Sayın Süleyman Demirel, Başbakanlıktan Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanlığına seçildi. Bu arada, Kadir Has Üniversitesi’nin Kuruluş Kanunu da, bizim isteğimiz istikametinde TBMM tarafından iptal olundu.
“Bu dünyada herkes, yararlandığı ürünün tohumunu önceden ekmiştir.” derler. Sayın Demirel’le 1960’lara dayanan bir hukukumuz vardır. Kendilerinin yüksek devlet hizmetlerini, o yıllardan beri takdirle izlemeye başladım. Sayın Demirel de, Türk sanayiine sağladığım katkıları daima destekledi ve himâye etti. İşte bu, güvene dayalı dostluk, Kadir Has Üniversitesi Kuruluş Yasası’nın iptali aşamasında da güzelliğini sergiledi. Sayın Cumhurbaşkanı, gördüğü lüzum üzerine, Üniversite Kuruluş Yasası’nı veto etti.
Ben, bu üniversite projesini, gönlümden değil ama, kafamdan silmiştim. Çünkü, o “bürokrasi” dediğimiz kurumla uğraşacak halim yoktu. Ama Sayın Cumhurbaşkanı, Kadir Has Üniversitesi Kuruluş Yasası’nın iptaliyle birlikte, yılgın bir hayırseverin âni kararını da veto etmiş oluyordu.
1997 yılına geldiğimizde, her şey sıfırdan başladı. Bu arada, Kardiyoloji Vakfı yöneticileri bize başvurarak, Üniversitemizin yeniden kuruluşunda rol almak istediklerini bildirdiler. Kabul ettik. Kadir Has Üniversitesi yeniden doğuşa hazırlanırken, Kadir Has Vakfı ile Kardiyoloji Vakfı’nın eşit sorumluluğu konusunda anlaştık.
İnandık, güvendik, yola koyulduk…
BÜYÜK İDEALİME, 3 KASIM 1998’DE ULAŞTIM
Artık, kampüs yeri bulma zamanı gelmişti; onu da hallettik. İstanbul’un Selimpaşa beldesinde, belediyeye ait yaklaşık 100 dönümlük deniz kıyısındaki bir arazinin Üniversitemize tahsisi ile, temele ilk harcı 3 Kasım 1998 tarihinde attık. İşte o gün, benim için tarifi imkânsız bir mutluluk günü idi. Çocuklar gibi şen, kuşlar kadar özgürdüm… Çünkü, büyük idealim, nihayet gerçekleşmişti. Şaka değil, üniversitenin temeli atılmıştı.
Kadir Has Üniversitesi’nin görkemli temel atma törenine, dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel ile, Başbakan Sayın Mesut Yılmaz da katılıyordu. Bu tarihî günde, Üniversitemiz’e arazi tahsisi yapan Selimpaşa Belediye Başkanı Sayın Ahmet Yağcıoğlu, Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel tarafından ödüllendiriliyordu. Bu, klasik bir ödül değildi. Düşünebiliyor musunuz, Cumhurbaşkanımız, bir belde belediye başkanını tören kürsüsünde alnından öpüyor, öperken de “Bir büyük eğitim kurumuna arazi tahsisi yapmanız, çok hayırlı bir iştir. Bu icraatınızdan dolayı, sizi alnınızdan öperek kutluyorum.” diyordu.
Kadir Has Üniversitesi Selimpaşa Kampüsü’nün 10 bin m2’lik kullanım alanı bulunan ilk binasını kısa zamanda tamamladık. 1999 yılının Nisan ayında ise, Türkiye’de mahallî seçimler yapıldı. Selimpaşa Belediye Başkanı Sayın Yağcıoğlu, bu dönem aday olmadı. Kendisinin desteklediği Eşref Balaban adındaki bir zat, ANAP listesinden Selimpaşa Belediye Başkanlığı’na seçildi. Ancak… Yeni başkanla birlikte, problemler de başladı.
Aslında, Selimpaşa halkı, Üniversitemizin kuruluşunu bir büyük müjde olarak algıladı. Bu şirin beldemizde, bir anda ekonomik ve sosyal aktiviteler arttı. Çünkü, sadece yazlıkçıların itibar ettiği bu beldemiz, üniversite kenti haline dönüşüyordu. Ama, üniversite mezunu olduğu söylenen yeni belediye başkanı, icraata başlar başlamaz, gözünü Üniversitemize tahsis edilmiş bulunan kamu arazisine dikti. Deniz kıyısındaki bu arazide, sözde arıtma tesisleri ile alışveriş merkezi yaptıracağını söylüyordu.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir belediye başkanı, bir üniversite binasını mühürletme cüretinde bulundu. Her şey altüst olmuştu. Binası mühürlenen, yolu ise belediyeye ait iş makinalarıyla kapatılan bir üniversitede, eğitim verme imkânı kalmamıştı.
Adeta isyanları oynuyordum. Karşılaştığımız muamele, akla, vicdana ve kanunlara uymuyordu. Çalmadığım kapı kalmadı. Önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’e başvurdum. Bu yüce makamın, bir Cumhuriyet üniversitesinin mühürletilmesi karşısında yapabileceği ve söyleyebileceği çok şey vardı; ama sükût etti, “Konu, adalete intikâl etmiştir.” demekle yetindi.
Bununla da yetinmedim, yine dönemin Başbakanı Sayın Bülent Ecevit’in kapısını çaldım. Kapıyı, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan açtı. Sayın Özkan, Başbakan’a ulaşmama geçit vermiyordu. Ardından, koalisyon ortağı ve ANAP’ın Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz’a yöneldim. Üzülerek ifade etmek istiyorum ki, Sayın Yılmaz, tahsisini yaptırdığı bu arazi üzerinde oynanan oyunları maalesef algılayamadı. Partisine mensup bazı milletvekillerinin etkisi altında kaldı. Kısacası, koskoca ANAP lideri, bir belde belediye başkanına sözünü geçiremedi.
Selimpaşa Belediye Başkanı’nın bu yasa tanımaz tavrı, bazı fırsatçıları da piyasaya çıkardı. Eski bir sendika başkanı, arkadaşlarımıza başvurarak, meselenin halledilmesi için maalesef maddî menfaat talep etme cüretinde dahi bulundu. Bu kendini bilmez kişi, acaba kimin veya kimlerin adına piyasaya çıkmıştı?..
Bütün bu olaylar yaşanırken, konu, Türk adaletine de intikâl etmiş oldu. Davaya, önce İstanbul İdare Mahkemesi, ardından da Danıştay baktı. Bu süreç, yılları aldı. Yaşadığımız olaylar, maalesef şevkimizi kırdı. Ancak, işi yarı yolda bırakamazdık. Bir yandan işin hukuk savaşını verirken, bir yandan da Üniversitemize yeni kampüs yeri aramaya başladık.
HALİÇ’İN İNCİSİ, ÜNİVERSİTEMİZE MÜCEVHER OLDU
Bugün, Cibali’de büyük bir huzur içerisinde eğitim verdiğimiz Haliç’in incisi, eski Tekel Tütün İşleme ve Sigara Fabrikası’nın tarihî binası, dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz’ın gayretleriyle Üniversitemize tahsis edildi. Sağolsun, Sayın Yılmaz, hem Selimpaşa, hem de Cibali’deki tahsislerde büyük müzaheret gösterdi. Ancak biraz önce de ifade ettiğim gibi, Sayın Yılmaz, Selimpaşa olayında, belki de parti dengelerini göz önünde bulundurma ihtiyacını hissetti. Bilemeyiz…
Tüm olumsuzluklara rağmen, bir büyük güç, bir kadim dost, bizden desteğini hiç eksik etmiyordu. Bu dost, 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’di. Sayın Demirel, hem Cumhurbaşkanlığı döneminde, hem de görevini tamamladıktan sonra, bizlerle daima hemdert oldu. Selimpaşa’ya kadar gelerek, yaşanan kanunsuzlukları, yerinde kamuoyuna açıkladı.
“Zaman, her şeyin ilacıdır” derler. Hakikaten öyle… Zaman, yaşadığımız hukuk savaşında, hakkımızı teslim etti. Danıştay’ın Yüce Türk Milleti adına verdiği karar şöyle idi:
“T.C. Kadir Has Üniversitesi, bir kamu kuruluşudur. Selimpaşa Belediyesi’nin bu kamu kuruluşuna arazi tahsisi, yasalara uygundur. Ancak, aynı belediyenin, söz konusu araziye ait tahsisi iptal etmesi, usulsüzdür. Çünkü Kadir Has Üniversitesi, söz konusu araziyi, kamu yararı için kiralamıştır.”
Aradan yıllar geçtikten sonra, Selimpaşa’daki arazimize yeniden kavuştuk. Ama, geçen zaman içerisinde çok büyük sıkıntı çektik. Bu arada, Üniversite açılmış, dersler başlamıştı. “Göç yolda düzülür” dedik, yolumuza devam ettim. Bahçelievler semtindeki Kadir Has Center’ın dört katını derhal Kadir Has Vakfı’na bağışlayarak, Üniversiteye tahsisini sağladım. Cibali’deki Merkez Kampüsümüzü de hemen hayata geçirmek için tüm imkânlarımı seferber ettim.
1992 yılında başlayan maratonumuz, 2002 yılında hayırlı sona ulaştı. Bina sıkıntısını büyük ölçüde atlattık. Haliç kıyısında, görkemli bir kampüs binasına kavuştuk. Sıkıntılar geride kaldı, bu arada moralimiz düzeldi.
Ancak zaman, inancımızı ve güvenimizi törpüledi. Yol arkadaşlarımız, yani Kardiyoloji Vakfı yöneticileri, maalesef sözünde durmadı; yük, tamamen omuzumuza bindi. Yani, davul bizim boynumuzda, tokmak ise, onların elinde idi.
Yol arkadaşlarımızı uyardık; dinlemek istemediler. Taahhütlerini yerine getirmediler; getirmemekte de direndiler. Ancak YÖK Yönetimi, bizim kadar hoşgörülü değildi. Onlara, bir zaman sonra “Dur!” dedi. Önce Tıp Fakültesine öğrenci alımı durduruldu, ardından da Kardiyoloji Vakfı’nın, Üniversitemiz kurucuları arasından çıkarılmasına karar verildi.
Uzun lâfın kısası; 2006 yılına geldiğimizde, özgürlük yolu göründü. “Neyin özgürlüğü?” derseniz, şöyle cevaplandırabilirim: Kadir Has Vakfı’nın tek başına Kadir Has Üniversitesi’nin kurucusu olma özgürlüğü…
Dünya varmış, dedik… 1997’den bu yana yaşadığımız ortaklık sıkıntılarını bir anda unuttuk. Çünkü, “gerçek” güçlü idi, kendini kabul ettirdi. Son dokuz yılda gördük ki, iki vakfın birlikte üniversite kurması bir hata imiş. “Hata yapmaktansa, iki kere sormak daha iyidir.” uyarısını herhalde gözardı etmişiz ki, böyle bir sıkıntıya düştük.
Mâziden ders aldık, ama mâzide yaşadıklarımıza takılıp kalmadık.
Mektubumun başında da ifade ettiğim gibi, artık biz yarınları satın aldık.
ÜNİVERSİTEMİZ, ÜÇ KURULUŞ KANUNUYLA REKOR KIRDI
Evet, Kadir Has Üniversitesi’nin TBMM’den üçüncü kanunu çıktı. Doğrusu, şaka gibi geliyor… Bir üniversite için, üç kanun… Hem de kuruluş kanunu… Görülmüş, duyulmuş şey değil… Demek ki bunlar, yaşanacakmış… İnşallah, bundan sonra iyi şeyler yaşarız.
Biraz önce ifade ettiğim gibi, TBMM’nin çıkardığı yeni bir yasa ile artık Kadir Has Üniversitesi’nin tek ve vazgeçilmez kurucusu, hâmisi var: Kadir Has Vakfı…
Kadir Has Üniversitesi, ülkemizin güzide bir bilim kuruluşu olarak, yoluna emin adımlarla devam ediyor. Üniversitemiz, Cibali’deki Merkez Kampüsünde mükemmel bir şekilde yapılandı. Bir başka ifade ile, kurumsallaştı. Batı üniversiteleriyle bilimsel işbirliğine girişti. Kısa zamanda aranılan ve güvenilen akademik bir eğitim kurumu olduk. Öğrenci sayısı bakımından da hedefimize fazlasıyla ulaştık.
Şimdi, derlenme ve toparlanma zamanıdır diyorum. Tabii bunu söylerken, artık elbisemize de sığmadığımızı ifade etmek istiyorum. Bu arada, gerek Cibali, gerekse Selimpaşa’daki yeni gelişmeler konusunda duygu ve düşüncelerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sizlerin de bildiğiniz, benim de bu mektubumda ana hatlarıyla anlattığım gibi, özellikle Selimpaşa Kampüsü’nde çok sıkıntılı günler, aylar ve yıllar yaşadık. Başlayan öğrenimimizi yarıda kesmek zorunda kaldık. Bir başka ifade ile, olacak şey değil ama, mahkemelik olduk. Kaderimize küstük. Kabuğumuza çekildik. Ancak, Selimpaşa’nın eski Belediye Başkanı Sayın Ahmet Yağcıoğlu, 2004 yılında yapılan mahallî seçimlerde yeniden adaylığını koyarak, bu makama seçildi. Ardından da Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tâlimatları üzerine, Danıştay kararıyla bize iade edilen arazinin, Kadir Has Üniversitesi üzerine tapu tescili gerçekleştirildi.
HEM SELİMPAŞA’DA, HEM DE CİBALİ’DE GÜÇLENİYORUZ
Selimpaşa Kampüsü, bizim ilk göz ağrımızdı. Fakat, basiretsiz bir yöneticinin bilemediğimiz hesapları sonucu, devre dışı çıkmıştı. Orasını en kısa zamanda yeniden hayata geçirmek için imkânlarımızı seferber ettik. Önce, bazı yüksek okullarımızın bu kampüste faaliyete geçmesini sağladık; ardından da, Avrupa Birliği’nin akademik eğitim kurumu olan College Europe’un kısa zamanda bu kampüsümüzde eğitime başlaması için gerekli anlaşmaları yaptık. Onunla da yetinmedik, aynı kampüste bir “teknopark” kurulması kararını verdik.
Selimpaşa Kampüsümüz, çok yakın bir gelecekte, beklediğimiz ve özlediğimiz aktivitesine kavuşacak. Geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız acılar da, bir nebze olsun dinecek.
Bütün bu gelişmelerin yanı sıra, Cibali Kampüsümüzün hemen yanı başında bulunan ve hizmet dışına çıkarılması için karar alınan Tekel Depoları da, yine Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tâlimatları ile Üniversitemize tahsis edildi. Bu gelişme, bizi yerleşke bakımından çok rahatlattı. Hemen yasal prosedürleri yerine getirdik ve Tekel Depolarının yıkımına başladık. Çok kısa bir sürede çağdaş bir binaya kavuşacağımız müjdesini vermek istiyorum.
Tüm bu faaliyetlerimizin gerçekleşmesini sağlayan Kadir Has Vakfı ise, her geçen gün güçlenen malî yapısı ile, hayır işlerimizin hayata geçirilmesinde başlıca rolü üstlenmiş bulunuyor.
“Hayat umutla sürer, insan umutla yaşar.” derler. Çok doğrudur. İnancımı ve umudumu hiç yitirmedim; yitirmek niyetinde de değilim. Yaklaşık yarım asır süren çalışmamın mahsulü olan tasarruflarımın çok büyük bir kısmını Kadir Has Vakfı’na bağışladım, bağışlamaya da devam ediyorum. Kısa bir süre önce, Akbank’taki hisse senetlerimden büyük bir meblağı, Kadir Has Üniversitesi’nin geleceğinde kullanılması amacıyla, Vakıf portföyüne aktardım. Bu kaynak, her geçen gün nemalanıyor. Söz konusu kaynak, 10 yıl sonra 1,5 milyar dolar seviyesine ulaşacak.
Değerli Mesai Arkadaşlarım,
“Kimse, pencereden kendi yürüyüşünü göremez.” şeklinde filozofik bir söz vardır. Gerçekten de öyle… Kendi yürüyüşümü göremiyorum ama, hareketlerimi, kadirbilir Türk halkının değerlendirmelerine göre ayarlıyorum. Halkım diyor ki; “Kadir Has, ülkemizin en büyük hayırseveridir.” Bunu, devletimiz de söyledi. Beni, “Devlet Üstün Hizmet Madalyası”yla onurlandırdı. Halkımın ve devletimin teveccühü, hayırseverlik alanında yapmakta olduğum hizmetlerin artması için itici güç oldu.
Sizlere kısacası diyorum ki; unu, yağı ve şekeri temin ettim; artık helvayı yapma görevi, sizlere düşüyor.
Biliyorum, mükemmele ulaşmak çok zor; ona, ömrümüz dahi yetmez. Ancak, ulaşabildiğimiz kadar ulaşalım. Yani karınca misali, mükemmeli bulabilmek için yola düşelim. O mükemmeli belki siz yakalayabilirsiniz, belki de ileride bayrağı teslim edeceğiniz sizden sonraki kuşak…
Başarıyı yakalayabilmeniz için, tüm donanımlara sahip olduğunuz inancındayım. Bugün, Kadir Has Üniversitesi’nin mükemmel bir “Mütevelli Heyeti” var. Bu Heyette, ülkemizin seçkin üniversitelerinde rektörlük görevlerini üstün bir başarıyla yürütmüş çok değerli akademisyenlerimiz görev alıyor. Onların yanı sıra, ailemizi temsilen, yüksek öğrenim görmüş, kendi iş alanlarında başarılı olmuş gençler, üniversitemizin bayrağını gönderde tutmak için nöbette bulunuyor.
Bir ülkenin en iyi şekilde tanıtımı için, üç ayrı hizmet alanının aktivitesine bakılır. Bunlar; eğitim, sağlık ve ekonomidir. Biz, eğitim alanındaki hizmetlere gönüllü bir şekilde tâlip olduk ve yola koyulduk. Başarımız, ülkemizin de başarısı olacaktır. Bilgin, bilgisine; cahil ise, umuduna güvenir. Şimdi, siz bilginleri, belirlediğim hedef için göreve çağırıyorum.
Un, Yağ ve Şeker Benden; Helva Sizden…
Sizlerden neler istiyorum:
- Anayasası, bilimsel özgürlük olan Atatürkçü bir üniversite istiyorum.
- Malî kaynaklarını, hiç kimseye muhtaç olmayacak şekilde oluşturmaya çalıştığım üniversitemizin, müdebbir bir tüccar gibi iyi yönetilmesini istiyorum.
- Batı ile bütünleşmiş, bilim ve teknolojideki tüm yenilikleri izleyen, uygulayan bir üniversite istiyorum.
- Öğrencilerini, vatan ve insan sevgisiyle yetiştiren millî bir üniversite istiyorum.
- Emsâlleriyle, her platformda yarışabilen, kazanabilen bir üniversite istiyorum.
- Deneyimlerinden yararlanacağımız, kıdemli akademisyenlerimizin yanı sıra, genç bilim adamlarının da seve seve görev alacakları bir üniversite istiyorum.
- Türk liselerinden mezun olan gençlerin gıpta edip, girebilmek için yarıştıkları bir üniversite istiyorum.
- Yurtdışından, yüksek öğrenim için ülkemize gelen yabancı uyrukluların, özellikle tercih ettikleri evrensel bir üniversite istiyorum.
- Velhâsıl; diploması, tüm dünyada geçen, itibarı yüksek bir üniversite istiyorum.
Değerli Mesai Arkadaşlarım,
Bu mektubumu, ister bir vasiyet, ister üniversitemiz için bir anayasa, isterseniz tecrübeli bir büyüğünüzün sizlerle paylaşmak istediği deneyimleri olarak değerlendiriniz; karar sizin… Ama ben sizden, başarı bekliyorum.
Unutmayınız; başarı, ona tâlip olanlarındır.
Sevgi ve saygılarımla.